Kültür, sanat, bilim, spor, siyaset ve iş dünyasının duayen isimlerini “Türkiye’nin Çınarları” projesi kapsamında fotoğraflayan Anadolu Ajansı, bu kapsamda Prof. Dr. Mutlu Torun’u da fotoğrafladı.
Türk müziğinin yanı sıra klasik gitar, caz, flamenko ve Batı müziği alanında da çalışmalar yapan usta sanatçı, 1941’de Beypazarı’nda dünyaya geldi.
Türk müziğinin hem geleneksel hem de deneysel yüzünü temsil eden ut sanatçısı ve besteci Torun, çocukluğunun kalabalık bir ailede geçtiğini belirterek, “Evin içinde direkt müzikle uğraşan kimse yoktu. Bir teyzemin oğlu Mehmet Kara vardı. O, zaman zaman bize gelir ve şarkı söylerdi. Ama tahmin ediyorum asıl mühim olan radyonun tesiri olsa gerektir. Radyo o zamanlar neredeyse hemen her zaman açık olurdu. Beypazarı’nda Rüstem Paşa İlkokulu’na gittim. Beşinci sınıfta hocamız sınıfa bir mandolin getirmişti. Fakat o zaman babam resimle ilgilenmemi daha çok istiyordu.” dedi.”Sahaflardan bulduğum ortaokul kitabıyla notaları kendi kendime çözdüm”
İstanbul Üsküdar’a 1955’te taşındıklarını söyleyen Torun, kendisine ilk mandolini eniştesinin aldığını dile getirdi.
Henüz 14-15 yaşlarındayken mandolinde Türk seslerini aramak amacıyla demirleri arasında kibrit çöpü yerleştirdiğine dikkati çeken usta sanatçı, şunları kaydetti:
“Sahaflardan bulduğum ortaokul kitabıyla notaları kendi kendime çözdüm. Okulda bir miktar öğretmişlerdi. Mandolin çaldığım sıralarda, içimde Türk müziği çalma isteği de vardı. Yaz tatillerinde Beypazarı’na giderdik. Bir yaz gittiğimizde Beypazarı’nın ileri gelenlerinden Emin Ağa’nın yüklük dolabında bir udu olduğunu öğrendim. O utla da uda başlamış oldum. İstanbul Erkek Lisesine giderken 3. sınıfta rahatsızlandım. Annem Beypazarı dönüşünde udu İstanbul’a getirmişti. Ben de o sırada evden dışarı çıkmadığım günlerde onu çaldım epeyce. Dolayısıyla mandolinden sonra udda bir rahatladım. Udda da çok sesli çalma hevesim vardı. Onu da böyle değişik telleri parmakla çekerek çalmayı denediğimi biliyorum, gitar tekniğini bilmediğim halde.”
Mutlu Torun, liseden sonra akademide mimarlık bölümüne girdiğini, o dönem yeğenine alınan gitarla çalışıp, Andrea Paleologo’dan klasik gitar dersi alarak gitar çalmayı da öğrendiğini söyledi.
Flamenko müziğine ilgisi sebebiyle 1968’de İspanya’ya gittiğinin altını çizen usta sanatçı, “İspanya’da Paco De Lucia’nın talebesi Pepe Rodriguez’den bir hafta, 10 gün kadar günde 2 saat ders aldım. Gitarda Türk müziği çalmaya, udda da çok sesli çalmaya çalışıyordum. Akademideyken şöyle bir durumdaydım: Batı müziği ve çokseslilik istersem gitarım var ve Türk müziği istersem udum var. Yine de Türk müziğinin kendi içinde çok sesli olmasına yönelik arayışlarım da devam ediyor.” ifadelerini kullandı.
Cenan Akın, İstemihan Taviloğlu ve Cemal Reşit Rey gibi usta müzisyenlerden dersler aldığını vurgulayan Torun, yıllar içinde Akagündüz Kutbay, Niyazi Sayın, Ruhi Ayangil, Erol Deran, İhsan Özgen, Necati Giray ve Cüneyd Orhon ile çalışmalar yaptığını aktardı.
Usta sanatçı, ressam ve heykeltıraş eşi Zeynep Torun’la tanışma hikayesine de değinerek, şunları söyledi:
“Akademi yıllarında tanıştık. Zeynep resim bölümünde okuyordu. İlişkimiz ilerledi, evlendik. Zeynep, konunun içine girmeyi seven biri olduğu konservatuvara devam etti. Oradan da mezun oldu. Orada çok önemli hocaların öğrencisi oldu. Bir sanatçının kendi yolundan başka sanat türleriyle uğraşması da ona mutlaka yol açar. Ben çalacağım bir eseri incelerken mimarlıktan çok faydalandığımı fark ediyorum. Resimde beyazlık varsa o da kompozisyonun bir parçasıdır.””Bozlakların seslerinde eski flamenkocuların tınısı var”
Torun, 1976’da açılan Türk Musikisi Devlet Konservatuvarında ut dersleri vermeye başladığını ve 2003’te emekli olduğunun altını çizdi.
Haliç Üniversitesi’nde 2003’ten beri ders verdiğine işaret eden sanatçı, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Beraber çaldığım müzisyenlerin pek çoğu Tanburi Cemil Bey hayranıdır. Cemil Bey’in ekolüdür hepsi. Cemil Bey’in kayıtlarını derslerimde de çok kullanıyorum. Bizim müziğin öğretim sistemi de meşk idi. Hocanın öğrenciye söylemesiydi. Nota yoktu ve muhafaza edilmesi de hafızaya dayanıyordu. Müzik ve enstrüman eğitiminde ustanın kaydını dinleyip, notaya alıp, onun incelenmesi ve enstrümanda çalınmaya çalışılması hem bugünkü metodik sisteme uyan hem de meşki içinde bulunduran bir şey. Aslında bütün dünyadaki her tür enstrümanın eğitiminde meşke benzer yollar vardır. Konservatuvardan gider, İtalya’da bilmem kimden keman çalışır. Bu karşılıklı çalışmadır meşk. Başlangıçta bir heves olarak, ‘Şu sesle bu ses bir araya gelir mi?’ diye düşünüyordum. Bunların içinde birtakım çalışmalarım oldu. Küçük caz çalışmalarım oldu. Mesela udda da flamenkoya benzer tınıları aradım. Aslında flamenkoya benzeyen başka bir şey daha var. Muharrem Ertaş ve oğlu Neşet Ertaş, Çekiç Ali, Hacı Taşan gibi bozlakların seslerinde eski flamenkocuların tınısı var. Yani flamenkonun hem klasik Türk müziğine hem bozlaklara benzeyen tarafı var.””İyi hoca bulmak, iyi enstrüman bulmaktan daha mühim”
Sanatçının daima arayış içinde olması gerektiğine dikkati çeken Torun, Türkiye’ye gelenler Anadolu’nun medeniyeti ve kültürünü de görüyor. Osmanlı devam ederken, Batı’dan ve Doğu’dan tesirler var. Cumhuriyetle beraber de çağdaş müziğin peşinden gidiliyor. Bir dönem çok sesliliğe karşı olan Türk müziği icracıları da oldu. Ancak şimdi Batı müziği de Türk müziği de beraber. En ustalar bir araya gelip birlikte müzik yapıyor.” değerlendirmesinde bulundu.
Usta sanatçı, Türkiye’de müziğin de kendi içinde bazı yönlere gittiğini ifade ederek, Türk müziği konservatuvarının kurulmasıyla, oraya gelen öğrencilerin hem Türk hem de Batı müziği eğitimi aldığını, bu durumun da Türkiye’de müzik ortamını geliştirdiğini söyledi.
Tanburi Cemil Bey, Yorgo Bacanos, Şerif Muhittin Targan ve Udi Nevres Bey’i dinlemekten büyük keyif aldığını aktaran Torun, sözlerine şöyle devam etti:
“Mesela Safiye Ayla’nın ses rengi, doğuştan kendine verilmiş ve o kabiliyeti var. Münir Nurettin Selçuk’un ustalığı var. Bekir Sıdkı Sezgin’de başka bir müzik gücü var. Kani Karaca’da çok sağlam bir söyleyiş tarzı var. Meral Uğurlu, müziğin bugünkü yorumunu daha modern hale getiren kişilerden. Koro yönetiminde daha modern bir icra dersek, Mesut Cemil’den başlamak gerek.”
Mutlu Torun, 1993’te en kapsamlı ut metodunu kaleme aldığını söyleyerek, “Gelenekten geleceğe sözünü çok duyarız. Geleneğin devamı için bir şey söylemeye lüzum yok ama yeni bir şey yapan kişi geleceği inşa eder. Geleneği yanında taşıyarak, onun üstüne geleceği kurmak, Türk müziğinin kendi özelliklerini içinde taşımak ona yeni şeyler ekleyebilmek… O yüzden ‘Gelenekle Geleceğe’ alt başlığını seçtim.” dedi.
Müzik aleti çalmak isteyenlere çeşitli tavsiyelerde bulunan sanatçı, “Bilinçli çalışmak çok mühim. İyi hoca bulmak, iyi enstrüman bulmaktan daha mühim. İyi bir yolu takip edebilir, kendi başına da yürüyebilir insan. Analitik gözle bakmaları lazım. Çok kafa çalıştırmak ama duygunun önemini de unutmamak lazım. İnsan doğduğu zaman bir kabiliyetini beraberinde getirir. Yaşarken de biraz gelişir. Eğer kabiliyetiniz 1, çalışmanız 1 ise sonuç birdir. Kabiliyet 1, çalışma 2 ise sonuç 2, çalışma 10 ise sonuç 10’dur. Kabiliyetiniz olsa da başarı için çalışmanız gerekir.” diye konuştu.
GENEL
5 gün önceGENEL
5 gün önceUNCATEGORİZED
30 Aralık 2024GÜNDEM
30 Aralık 2024GÜNDEM
30 Aralık 2024GENEL
30 Aralık 2024