Birinci Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle varlığı sorgulanmaya başlanan NATO, henüz 1999’daki Washington Zirvesi’nde kendisine küresel bir rol biçmişti. 11 Eylül 2001’de ABD’yi hedef alan terör saldırısı, 2008 küresel ekonomik krizinin etkileri ve 2010’da Rusya’yı stratejik partner görmeye kadar varan iyimserlik, ittifakın dönüşümüne yönelik eylemi geciktirdi. Bu atalet 2019 yılında Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un “NATO’nun beyin ölümünün gerçekleştiğini” iddia etmesine yol açacak boyuta ulaştı. Ukrayna-Rusya Savaşı’nın jeopolitik iklimde yarattığı değişim ise 29 Haziran’da Madrid’deki zirve görüşmelerinin ardından Fransa Cumhurbaşkanı’na şu sözleri söyletti: “Ukrayna’daki savaşla karşı karşıya kalan Türkiye ve Fransa, Transatlantik ittifakının birliğine ve gücüne her zamankinden daha bağlı.”
Madrid Zirvesi’nde yeni bir stratejik konsepte geçiş yapıldığı ifade edilse de bunun ittifak açısından göründüğünden daha köklü bir paradigma değişimi olduğunu ifade etmek yersiz olmayacaktır. Japonya, Avustralya, Yeni Zelanda ve Güney Kore hükümet ve devlet başkanlarının katılımlarıyla ittifakın 2023 itibarıyla Transatlantik kimliğinin ötesine geçerek, Trans-pasifik coğrafyasında da bayrak göstereceği teyit edilmiş oldu. Yeni stratejik konsept belgesinde Çin Halk Cumhuriyeti’nin tuttuğu yer de Trans-pasifik kimliğin hangi hedef doğrultusunda oluşturulduğunun kanıtı. 16 sayfalık belgede ismi 17 kez geçen Rusya ile 10 defa geçen Çin Halk Cumhuriyeti ilk iki sırada yer alıyor. Terörizm kavramı yedi defa kullanılırken, Afrika’dan dört, Orta Doğu’dan üç, Balkanlar ve Afganistan’dan birer kez bahsediliyor.
Washington, yayılmacı emelleri tespit edilen SSCB’yi durdurmak için 1949 yılında NATO’yu kurarken kamuoyu ile paylaşılan amaç, Batı Avrupa’nın bir kez daha Nazi Almanyası benzeri totaliter bir tehdit ile karşı karşıya kalmamasıydı. Bu tehdit kısa sürede önce SSCB daha sonra Varşova Paktı adını alarak somutlaştı. 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılması, 1991’de ise SSCB’nin dağılması NATO’nun misyonunun son bulması için yeterli olmadı. Irak’ın Kuveyt’i işgali ve Yugoslavya İç Savaşı gibi gelişmeler küresel bir askeri ittifakın varlığına duyulan inancın korunmasına hizmet etti. 11 Eylül saldırıları ve terörizme karşı küresel mücadele bu ihtiyacı perçinlese de ittifakın geleceğine dair dönüm noktası, küresel ekonomik rekabetteki gelişmelerin ABD ile Çin Halk Cumhuriyeti’ni karşı karşıya getirmesi oldu. Önce 2011’de dönemin ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, bir yıl sonra ise ABD Başkanı Barack Obama’nın Asya ülkelerine yaptıkları ziyaretlerde verdikleri mesajlarda Pekin yönetimiyle “balayının” son bulduğunu ilan ettiler.
2012 yılından itibaren ABD donanması Tayvan Geçidi ve Güney Çin Denizi’nde daha fazla varlık göstermeye başladı. 2018’in Mayıs ayında ise bugün Madrid’de şahit olduğumuz stratejik konsept değişikliğinin ilk adımı atıldı. 30 Mayıs 2018’de Hawaii Adası’ndaki Pearl Harbor deniz üssünü ziyaret eden ABD Savunma Bakanı Jim Mattis “Birleşik Devletler Pasifik Komutanlığı’nın” isminin “Birleşik Devletler Hint-Pasifik Komutanlığı” olarak değiştirildiğini duyurdu. Bu NATO’nun Trans-pasifik kimliğinin inşasının ilk somut adımıydı. Çin Halk Cumhuriyeti’ni çevreleme operasyonu başlamıştı.
2020 yılında başkanlık seçimini Demokrat Parti’nin adayı Joe Biden’ın kazanması beraberinde ABD’nin küresel liderlik mücadelesinde yeniden masanın başına geçeceğini ilan etmesini getirdi. Biden yönetiminin liderlik iddiası tek kutupluluk-çok kutupluluk tartışmasını alevlendirirken, Çin Halk Cumhuriyeti ile Rusya’nın stratejik ilişkilerini derinleştirdi. 2021’de Ukrayna merkezli artan tansiyon aynı yıl Brüksel’de düzenlenen NATO Zirvesi’nde Çin Halk Cumhuriyeti’nin de ittifakın radarına girmesine yol açtı. Biden yönetimi yalnızca Çin-Rusya stratejik ilişkilerini hedef almakla kalmadı. 2021 ile beraber, 1972’de Başkan Nixon ile Ulusal Güvenlik Danışmanı Henry Kissinger’ın, Tayvan’ı kenara iterek inşa ettikleri Pekin yönetimiyle yakınlaşma politikası da tarihe gömüldü.
Çin’in çevrelenmesine yönelik askeri düzeydeki somut bir başka adım da 2021’in Eylül ayında ABD-İngiltere ve Avustralya’nın AUKUS ittifakını ilan etmeleri oldu. İlk başta ABD’nin Avustralya’ya nükleer denizaltı teknolojisi transfer etme yoluyla, müttefiki Fransa’nın ayağına bastığı bir denizaltı ihalesi olarak algılansa da bu ittifakın hedefinin Çin olduğu açıktı. Nitekim ABD ve İngiltere’nin Çin’e karşı daha etkili bir kuşatma için, AUKUS’a Japonya’yı da dahil etmeye yönelik girişimleri de basına yansıdı.
24 Şubat 2022’de başlayan Ukrayna Savaşı ise cephe hatlarını net bir şekilde çizdi. Savaşla beraber uygulamaya konan yaptırımlar, Batı’nın Rusya’yı yalnızca askeri alanda değil, ekonomik ve siyasi alanda da mağlup etmek, Putin yönetimini değiştirerek Çin’in kapılarına dayanmak niyetinde olduğunu ortaya koyuyor. Taraflar son sözlerini Haziran 2022’de söyledi.
Rusya Devlet Başkanı Putin 15-18 Haziran tarihlerinde düzenlenen 25’inci St. Petersburg Uluslararası Ekonomi Forumu’nda, ABD’nin kurmak istediği tek kutuplu dünya düzenine izin vermeyeceklerini ve kendilerine uygulanan yaptırımlardan asıl zarar görecek olan tarafın Avrupa ülkeleri olacağını ifade etti. Benzer mesajlar 23 Haziran’da Çin Halk Cumhuriyeti’nin ev sahipliğinde çevrim içi olarak düzenlenen 14’üncü BRICS Zirvesi’nde Şi Cinping tarafından tekrarlandı. Çok kutuplu dünya düzeni gerçeğinin engellenemeyeceğini savunan Şi, “Uluslararası maliye ve para sistemlerindeki hakimiyetini, küresel ekonomiyi siyasileştirmeye, kendileri için kaldıraç ve silah olarak kullanmaya çalışanlar, sonunda kendilerine ve diğerlerine zarar verecek, tüm dünyaya felaket getirecektir” sözleriyle ABD liderliğindeki batıyı uyardı.
Rusya lideri Putin de zirvede Çin, Hindistan, Brezilya ve Güney Afrika Cumhuriyeti liderlerine hitap ederken ABD liderliğindeki Batı dünyasının makroekonomik düzeydeki hatalarının bedelini tüm dünyaya ödetmeye çalıştığını savundu. Çin ve Rusya’nın çok kutuplu dünya düzeni için yaptığı bu çağrılara Batı dünyası önce Almanya’daki G-7 Zirvesi’nde ardından İspanya’daki NATO Zirvesi’nde yeni ekonomik yaptırımlar ve askeri tedbirlerle desteklenen sert yanıtlar verdi.
NATO’nun özünde bir paradigma değişikliğini içeren yeni stratejik konseptinde Çin Halk Cumhuriyeti ilk kez hem de bir “tehdit” kaynağı olarak yer aldı. Pekin yönetiminin “kurallara dayalı uluslararası düzeni yıkmaya çalışan” bir devlet şeklinde ifade edilmesi, ittifakın bugüne kadar rastlanmayan ölçekte bir takım önlemleri bu ülkeye karşı yürürlüğe koyabileceğine işaret ediyor. Nitekim stratejik konsept belgesinde Çin’i hedef alan suçlamalar arasındaki “Çin Halk Cumhuriyeti’nin kötü niyetli hibrit ve siber operasyonları ve çatışmacı söylemi müttefikleri hedef alıyor ve ittifak güvenliğine zarar veriyor” ifadesi yeni bir gelişmenin de habercisi. Stratejik konsept belgesinde, siber ve hibrit saldırıların müttefiklerin topyekun korunmasına yönelik Kuzey Atlantik Antlaşması’nın 5’inci maddesini harekete geçirebileceği ifade edildi.
2023 yılı NATO’nun Avrupa’da olağanüstü yığınak yapmakla yetinmeyeceği bir dönemin başlangıcı olacak. Hint-Pasifik bölgesinde NATO donanmalarının bayrak göstereceği, AUKUS benzeri bölgesel askeri ittifakların NATO ile daha yakın ilişkiye geçeceği, İkinci Soğuk Savaş’ın Asya-Pasifik ve hatta kuzey ve güney kutup bölgelerini kapsayacağı bir döneme giriyoruz.
GENEL
3 gün önceGENEL
3 gün önceUNCATEGORİZED
27 Aralık 2024GÜNDEM
27 Aralık 2024GÜNDEM
27 Aralık 2024GENEL
27 Aralık 2024